Bu söz her bayram tekrarlanır. Söylemek sanki millî veya dinî bir görev gibi görülür. Herkes söyler. Eski bayramları bilen de, bilmeyen de. Söylenmemesi neredeyse ayıp gibi görülür. Yaşı yeten yettiği kadar eski bir bayramdan söz eder. Olmadı, bir-iki yıl öncekinden…
Yaşlıların işi daha kolaydır. Çünkü hem uzun geçmiş, yani mişli geçmiş zaman daha rahat hatırlanır. Zâten kimse o kadar eski zamanı hatırlamadığından gerektiğinde de yakalanma korkusu olmadan atılır, tutulur.
Ben de yıllardır bayram yaşıyorum, ama hiç de bana öyle bir “nerede o eski bayramlar” dedirtecek bir durum olmadı. Bayram zâten güzel. Eskisi yenisi kime lâzım. Hem “ah, nerede o eski bayramlar” diye sormaya gerek yok. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, hepsi dili geçmiş zaman oldular. Hatta bir kısmı miş’li geçmiş zaman bile oldu.
Bu durum biraz şundan kaynaklanıyor; Hepimiz için çocukluğumuzun futbolcularının üzerine daha büyük yıldız yetişmemiştir. Hiçbirimiz ön gençlik dönemimizdeki sevgilimizden daha güzel bir kadın görmemişizdir. Hâliyle ufuk bu kadarcık olunca, hafıza da o kadarcık oluyor. Veya ufkun büyüklüğü hafızanın hacmini geçemiyor.
Ama kimi bayramlar var ki, onlar unutulmaz. Çünkü –biraz da kadın yazarların lisânından devâm edelim- bazı sımsıcak yaşanmışlıklar o güneşli masum günlere ipeksi bir his ve leylakların kokusu kadar zarif ve büyüleyici bir tat verir. O tat aradan yıllar ve yıllarla beraber başka olgun rüyalar da getirse- onlar unutulmaz.
O bayramlarda genellikle ya nişan ya da düğün vardır. Üzerinizde smokin veya takım elbise aynanın karşısında boyunuzun ne kadar uzadığına bakarsınız. Veya –daha doğrusu devâmında- bayramlara yoğun bayramlaşma trafiğine yeni programlar eklenir. Ziyâretçilerin sayısı artar. Ziyârete gidilen yerler artar. Sonra ise azalır. Sonrasında bir-iki bayram daha “ihtiyat-i tedbir” babında şeker-çikolata alınır. Ama o da bırakılır.
Ama bayram bayramdır. Her bayram sabahı başkadır, güzeldir. Hele yıllar geçtikçe daha güzel olur. O bayramlar, bazı sımsıcak yaşanmışlıklar o güneşli masum günlere ipeksi bir hissi ve leylakların kokusu kadar zarif ve büyüleyici bir tadı olmazsa daha da güzeldir.
Bayram sanki hayatın ikramiyesidir. Elbette yalnız iseniz. Diğer türlü görev ve angaryalar silsilesidir. Ama yalnız iseniz, bayramın tadı başkadır.
Çünkü o zaman giyinip-kuşanıp, girişteki koltukta yarım saat eşinizin hazır olmasını beklemezsiniz. Geçen bayramdan bu yana yine karşılaşacağınızdan kaygılandığınız kimselere bayram tebrikine gidip, içiniz bayılana kadar şerbetli tatlı yiyip, sizi üç gün uyutmayacak kadar kahve içmek zorunda olmazsınız.
Çevrenizi saran, hatta kucağınıza tüneyen –isimlerini bir türlü öğrenemediğiniz- şirin mi şirin çocukların elinizden bir bir kırmızıları kapmasını da izlemezsiniz.
Uyuşmuş ayaklar, takatsiz omuzlar ve iğdiş bir beyinle evinizde koltuğa yığılıp, yetişilemeyen ve gidilemeyen ziyâretlerin hesabını nasıl vereceğinizi de düşünmezsiniz.
Tek başına bayram, paylaşılmayacak kadar güzeldir. Evde bayram kıyafeti olarak isterseniz kimono giyin kimse sizi çekiştirmez. Bayrama istediğiniz müzikle başlar, dilediğiniz şekilde devâm eder ve canınızın istediği gibi bitirirsiniz. Arada bir de “aah, ah. Nerede o eski bayramlar” der, kıs kıs gülersiniz.
HÜSEYİN SALMAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder